Eski Türkçede yaşlanmak ne demek ?

Hirsli

New member
Eski Türkçede “Yaşlanmak” Ne Demekti? Toplumsal Cinsiyet, Çeşitlilik ve Sosyal Adalet Perspektifinden Bir Bakış

Selam forumdaşlar,

Bugün sizlerle biraz derin, biraz da tarih ve dil felsefesiyle harmanlanmış bir konuyu konuşmak istiyorum: “Eski Türkçede yaşlanmak ne demekti?”

Bu sorunun yüzeyinde bir dilbilim meselesi var gibi görünse de, alt katmanında kültürel algılar, toplumsal roller, hatta bugün hâlâ süren eşitsizliklerin kökleri yatıyor olabilir.

Geleneğin, toplumsal cinsiyetin ve sosyal adaletin iç içe geçtiği bu anlam dünyasında birlikte bir yolculuk yapalım.

Bu sadece dilin değil, insanın nasıl “değer gördüğünü” anlama yolculuğu.

---

1. Eski Türkçede “Yaşlanmak”: Bir Kayboluş Değil, Bir Dönüşüm

Eski Türkçede “yaş” kelimesi hem hayat süresi hem de canlılık anlamına gelirdi. “Yaşlanmak” ise sadece bedensel bir eskime değil, hayat tecrübesinin yoğunlaşması, “bilgeleşmek” anlamını da taşırdı.

Divanü Lügati’t-Türk’te, “yaş” kelimesiyle birlikte “bilgelik” ve “saygı” kavramlarının sık sık bir arada geçtiğini görürüz.

Yani yaşlanmak, değerin azaldığı değil; arttığı bir evreydi.

Bu noktada şu soruyu sormak anlamlı olabilir:

> Ne zaman “yaşlanmak” saygın bir mertebeden “yetersizlik” algısına dönüştü?

Tarih boyunca toplumların modernleştikçe üretim merkezli hale gelmesi, insanı da “verimlilik” üzerinden değerlendirmeye itti. Böylece yaşlanmak, üretkenliğin düşmesiyle eşleşti — oysa Eski Türk kültüründe bu, toplumun hafızası olmaktı.

---

2. Kadınların Empati Odaklı Bakışı: Yaşlanmak, Görünmezleşmek mi?

Forumdaki kadın dostların dikkatini çekebilecek bir yön var burada:

Günümüz toplumlarında kadınlar için yaşlanmak çoğu zaman “görünmezleşmek” anlamına geliyor. Reklamlardan medyaya, iş dünyasından sosyal medyaya kadar birçok alanda “gençlik kültü”, kadının değerini yaşla değil, görünümle ilişkilendiriyor.

Oysa Eski Türk toplumunda yaşlı kadın —“kıdı” ya da “katun ana”— soyun devamının simgesi, evin bilgeliği, sözün ağırlığıydı.

Modern dünyada “yaşlı kadın” kavramı neden değerini yitirdi?

> Belki de sorun, yaşın değil, kadının toplumsal temsilinin dönüşmesinde.

Kadınların empati odaklı yaklaşımı bu noktada devreye giriyor: Yaşlılığı, “kaybetmek” değil “paylaşmak” olarak görmek. Bilginin, deneyimin, sabrın aktarımı.

Sosyal adalet perspektifinden bakarsak, “yaş ayrımcılığı” ile “cinsiyet ayrımcılığı” çoğu zaman kesişiyor — yaşlı kadın hem yaşından hem cinsiyetinden dolayı iki kat görünmezleşiyor.

---

3. Erkeklerin Analitik Yaklaşımı: Yaşlanmayı Yönetmek mi?

Topluluklarımızda erkeklerin bu konudaki yaklaşımı genellikle daha rasyonel ve çözüm odaklı oluyor. “Yaşlanmak kaçınılmazsa, nasıl yönetebiliriz?” bakış açısı baskın.

Bu yaklaşım, sağlık teknolojilerinden, kariyer planlamasına kadar uzanıyor.

Erkekler için yaşlanma, tarih boyunca “güç kaybı” yerine “yetki artışı” anlamına gelmişti: aksakal, bey, bilge kişi. Fakat modern toplumun üretkenlik takıntısı, bu algıyı da dönüştürdü. Şimdi erkekler için yaşlanmak, rekabetten düşmek anlamına geliyor.

Ancak Eski Türk düşüncesinde erkek yaşlı, toplumun “karar bilgesi”ydi; bugünkü gibi pasif değil, aktif bir rehber rolündeydi.

Yani geçmişte yaşlanmak, “geri çekilmek” değil “öncülük etmekti”.

> Peki günümüzde yaşlanan erkek, toplumsal olarak hâlâ rehber olarak görülüyor mu, yoksa yalnızlığa mı itiliyor?

Belki de çağımızın çözüm odaklı erkekliği, yaşlılığı “verimlilikle” değil, bilgelikle yeniden tanımlamak zorunda.

---

4. Çeşitlilik Perspektifi: Yaşlanmanın Herkese Aynı Şekilde İşlemediği Gerçeği

Yaşlanmak evrensel bir deneyim gibi görünür; ama herkes için aynı anlamı taşımaz.

Toplumsal statü, cinsiyet, engellilik, ekonomik sınıf ve hatta etnik kimlik, yaşlanma biçimini belirler.

Bazı topluluklarda yaşlılık, kutsal bir bilgelik dönemi; bazılarında ise sistematik dışlanmanın bir evresi.

Eski Türk kültüründe, “yaşlı” kelimesiyle “yoksul” kelimesi aynı kökten türemezdi.

Yani yaşlı olmak, fakirleşmekle özdeş değildi.

Bugünse emekli maaşları, işsizlik oranları, bakım yükleri gibi etkenler yaşlılığı ekonomik bir kırılma olarak tanımlıyor.

Çeşitlilik bilinciyle düşündüğümüzde şu sorular kaçınılmaz:

> * Yaşlı LGBTİ+ bireyler toplum içinde nasıl görünür kalabiliyor?

> * Engelli bir birey için yaşlanmak ne kadar farklı bir deneyim?

> * Ekonomik olarak güçlü bir yaşlıyla, sistemin dışında kalmış bir yaşlının itibarı neden bu kadar farklı?

Bu sorular, “yaşlanma” kavramını sadece biyolojik bir süreç değil; sosyal adalet meselesi olarak ele almamızı gerektiriyor.

---

5. Sosyal Adalet ve Yaş: Kuşaklar Arası Empatiyi Yeniden Düşünmek

Eski Türk toplumunda “kuşak çatışması” kavramı yoktu.

Genç, yaşlıyı dinlerdi; yaşlı da genci yetiştirirdi.

Bugünse hızla değişen dijital dünyada kuşaklar arası kopukluk, yalnızca iletişim eksikliği değil; adaletsizliğin yeni biçimi haline geldi.

Gençler, yaşlılara “geri kalmış” gözüyle bakıyor; yaşlılar da gençleri “sabırsız” ve “saygısız” buluyor.

Belki de bu noktada kadınların empatik duyarlılığı ve erkeklerin çözümcü zihniyeti birleşmeli:

Biri ilişkiyi kurmalı, diğeri sürdürülebilir hale getirmeli.

Forumdaşlar, sizce kuşaklar arası empatiyi yeniden kurmak için hangi adımlar gerekli?

> “Yaşlılığa saygı” nostaljik bir kavram mı, yoksa yeniden inşa edilebilir bir değer mi?

---

6. Forum Tartışmasını Derinleştirecek Sorular

- Eski Türk kültüründe yaşlıya duyulan saygıyı bugünün toplumuna nasıl uyarlayabiliriz?

- Kadınların “görünmezleşmeden yaşlanması” için kültürel dönüşüm mü gerekir, yoksa bireysel farkındalık mı yeterlidir?

- Erkeklerin yaşlanmayı “kaybedilen güç” değil “dönüştürülen bilgelik” olarak görebilmesi için nasıl bir zihinsel değişim gerekiyor?

- Sosyal adalet açısından, yaş ayrımcılığıyla mücadelede en etkili araç eğitim mi, medya mı, politika mı?

---

Sonuç: “Yaşlanmak” Bir Zaman Değil, Bir Bilinç Hâli

Eski Türkçede “yaşlanmak” kelimesi, bugünkü gibi bir “azalma” değil, bir “olgunlaşma” hâlini anlatıyordu.

O dönemin insanı, yaşlanmayı doğanın ritmine uyum sağlamak olarak görüyordu; bugünün insanıysa zamana karşı yarışmak olarak.

Aradaki fark, belki de insanın kendine ve topluma bakışında gizli.

Yaşlanmak, aslında “geri kalmak” değil; daha derin görmek.

Kadınların empatik sezgisi, erkeklerin analitik düşüncesi ve toplumun çeşitliliğe saygısı birleştiğinde, yaşlanmak yeniden anlam kazanabilir.

Forumdaşlar, siz ne dersiniz?

> “Yaşlanmak” sizce hâlâ bir kayıp mı, yoksa yeniden tanımlanmayı bekleyen bir güç mü?